In 1917, the Balfour Declaration was issued by the British government, expressing support for the establishment of a “national home for the Jewish people” in Palestine. This declaration paved the way for the eventual British Mandate over Palestine. However, it was not until the end of World War I that the British officially gained control over the region.
The League of Nations granted the British a mandate over Palestine in 1920, with the intention of preparing the territory for self-rule. Over the next two decades, the British struggled to maintain order in the region amidst growing tensions between the Jewish and Arab populations.
As the situation continued to deteriorate, the British government decided to withdraw from Palestine and turned the issue over to the United Nations. In 1947, the UN proposed a partition plan that would divide Palestine into separate Jewish and Arab states. While the Jewish leadership accepted the plan, the Arab leaders rejected it, leading to a civil war.
In 1948, as British forces prepared to leave Palestine, the Jewish leadership declared the establishment of the State of Israel. The Arab countries declared war on the new state, leading to the Arab-Israeli War of 1948. By the end of the war, Israel had gained control over much of the territory allotted to the Arab state in the UN partition plan.
Thus, the question of who ultimately “delivered” Palestine to the British is a complex one, involving a series of historical events and decisions made by various parties. The British mandate over Palestine came to an end in 1948, after which Palestine was divided between Israel, Jordan, and Egypt.
İngilizlerin Orta Doğu’yu ele geçirmesi
İngilizler, 19. yüzyılda Orta Doğu’nun çeşitli bölgelerini ele geçirmek için çeşitli politikalar izlediler. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamasını fırsat bilen İngilizler, bölgedeki stratejik konumlarını güçlendirmek amacıyla askeri müdahalelerde bulundular.
Özellikle Hindistan’a ulaşımı kolaylaştırmak ve denizaşırı topraklarında hakimiyetlerini genişletmek için Orta Doğu’yu ele geçirmeye çalıştılar. Bu süreçte çeşitli krizler ve çatışmalar yaşandı ve bölge halkları da İngiliz sömürgeciliğine karşı direniş gösterdiler.
- İngilizler, 1917’de Balfour Deklarasyonu ile Filistin üzerinde hak iddia ettiler ve bölgedeki Arapları Yahudi yerleşimcilere karşı kışkırttılar.
- Irak ve Suriye gibi Orta Doğu ülkeleri ise 1920’lerde İngiliz mandası altına girdi ve uzun yıllar süren sömürgecilik dönemine tanıklık ettiler.
- İngilizlerin Orta Doğu’daki egemenlikleri, bölgedeki siyasi dengeleri değiştirdi ve günümüzde hala devam eden sorunlara zemin hazırladı.
İngilizlerin Orta Doğu’yu ele geçirmesi, bölgedeki tarihi ve siyasi yapıların şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır ve günümüzde bile etkisini hissettirmektedir.
Balfour Deklarasyonu’nun yayınlanması
The Balfour Declaratoin was a public statement issued by the British government during World War I, announcing support for the establishment of a “national home for the Jewish people” in Palestine.
It was issued on November 2, 1917 and named after Arthur Balfour, the British Foreign Secretary at the time. The declaration was seen as a significant step towards the creation of a Jewish state in the region.
- However, the declaration was met with mixed reactions from various parties. Arab leaders strongly opposed the idea, seeing it as a betrayal of their national aspirations.
- On the other hand, the Jewish community welcomed the declaration as a step towards fulfilling their dream of establishing a homeland in Palestine.
- The Balfour Declaration ultimately had far-reaching consequences, setting the stage for the eventual establishment of the state of Israel in 1948.
Overall, the Balfour Declaration remains a controversial and historically significant document that continues to shape the politics of the Middle East to this day.
Filistin Mandasi’nin olusuturulmasi
Filistin Mandası, I. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından, bölgedeki yönetimin İngiltere ve Fransa tarafından paylaşılmasıyla ortaya çıkmıştır.
İngilizler, Filistin’in kontrolünü ele geçirdikten sonra, Balfour Deklarasyonu’nu yayınlayarak, burada Yahudi yerleşimcilerin ulusal bir yurt kurma hakkını desteklediklerini açıkladılar.
1922 yılında Milletler Cemiyeti tarafından Filistin Mandası’nın resmi olarak oluşturulması kabul edildi ve bu süreçte bölge Arap ve Yahudi nüfus arasında gerilim artmaya başladı.
- Filistin Mandası, İngiliz kontrolü altında yönetilen bir bölgeydi.
- İngilizler, Yahudi göçünü teşvik ederken, Araplar ise kendi ulusal kimliklerini korumaya çalıştılar.
- Bu dönemde, Filistin toprakları üzerinde sürekli çatışmalar yaşandı ve bölgedeki siyasi karmaşa giderek arttı.
Filistin Mandası, II. Dünya Savaşı’nın sonunda sona erdi ve 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla son buldu. Ancak, Filistin sorunu hala devam etmekte ve bölgede barışın sağlanması için uluslararası çabalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Filistin’in İngilz kontrolü altına girmesi
Filistin’in İngiliz kontrolü altına girmesi, tarihi boyunca önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bu süreç, bölgedeki siyasi ve sosyal dengeleri derinden etkilemiştir.
Filistin halkı, İngiliz yönetiminin baskısı altında yaşamak zorunda kalmış ve değişen politikalarla karşı karşıya kalmıştır. İngilizlerin Filistin üzerindeki etkisi, bölgedeki huzursuzluğun artmasına neden olmuştur.
İngilizlerin Filistin’i kontrol altına alması, Arap toplulukları arasında da endişe ve kargaşaya yol açmıştır. Filistin’in işgal edilmesi, Ortadoğu’da uzun süreli bir istikrarsızlığın başlangıcını işaret etmiştir.
- Filistin halkı, İngiliz sömürgeciliğine karşı direniş göstermiştir.
- İngiliz kontrolü altındaki Filistin, bölgedeki diğer devletlerle de ilişkilerde belirsizlik yaratmıştır.
- İngilizlerin Filistin üzerindeki egemenliği, bölgedeki etnik ve dini gruplar arasında ayrılıklara neden olmuştur.
Filistin’in İngiliz kontrolü altına girmesi, bugün bile Orta Doğu politikaları üzerinde derin etkiler bırakmaya devam etmektedir. Tarih boyunca yaşanan bu olaylar, bölgedeki hala var olan karmaşık ilişkilerin temellerini atmıştır.
1947 BM Paylaşım Planı’nın kabul edilmesi
1947 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen BM Paylaşım Planı, Filistin Mandası’nın sona ermesi ve bölgede İsrail ve Arap devletlerinin kurulmasını öngören bir planı içermekteydi. Bu plan, Filistin topraklarını Yahudi ve Arap nüfus arasında öngörülen şekilde paylaştırmayı hedefliyordu.
Paylaşım planı, Filistin’in %56’sını Yahudilere, %42’sini Araplara ve %2’sini de uluslararası topluluğa bırakıyordu. Ancak Arap devletleri ve Filistin halkı bu planı kabul etmeyerek, büyük ölçüde reddettiler.
- Planın kabul edilmesi, taraflar arasında ciddi tartışmalara ve çatışmalara yol açtı.
- Yahudi topluluğu ise planı büyük bir sevinçle karşılayarak, kendi bağımsız devletlerini kurma fırsatını gördüler.
- 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla birlikte, Filistin topraklarında büyük çaplı savaşlar patlak verdi.
Birleşmiş Milletler’in bu paylaşım planı, bölgedeki siyasi ve sosyal gerilimi artırarak, Filistin-İsrail çatışmasının temellerini atmış oldu.
İsreal Devleti’nin Kurulması
İsrail Devleti’nin kurulması tarihsel olarak karmaşık bir süreç olmuştur. 19. yüzyılın sonlarında, Siyonist hareketin etkisiyle Yahudi halkı kendi ulusal devletine sahip olma arzusunu güçlü bir şekilde dile getirmişti. Gerçekleştirmek için çeşitli adımlar atıldı ve sonunda 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti resmen kuruldu.
Devletin kuruluşu, Birleşmiş Milletler’in 1947’de aldığı bir karar sonucunda gerçekleşti. Karar, Filistin topraklarının Yahudiler ve Araplar arasında bölünmesi ve Yahudi Devleti’nin kurulması öngörüyordu. Ancak bu karar Arap ülkeleri tarafından kabul edilmedi ve Arap-İsrail Savaşı patlak verdi.
- İsrail’in kuruluş süreci çeşitli dış müdahaleler ve iç çatışmalarla doluydu.
- İsrail Devleti’nin ilk başbakanı David Ben-Gurion oldu.
- Devletin kuruluşunun ardından birçok Arap ülkesi İsrail’i tanımadı ve sürekli çatışmaların yaşanmasına neden oldu.
İsrail Devleti’nin kuruluşu hem Yahudi hem de Arap toplulukları için önemli bir dönüm noktası olmuştur. Bugün, bölgedeki siyasi ve toplumsal gerilimler devam etse de, İsrail Devleti güçlü bir şekilde varlığını sürdürmektedir.
Filistin’in İsraiel’a bırakılamsı
Filistin sorunu, uzun yıllardır Orta Doğu’da çözüm bekleyen bir meseledir. Bazılarına göre Filistin’in İsraiel’e bırakılması en iyi çözüm olabilirken, bazıları ise bu durumun adaletsiz ve insani olmadığını savunmaktadır. Filistin halkının İsrail’in işgaline karşı çıkması ve bağımsız bir devlet kurma isteği, bu konuyu daha da karmaşık hale getirmektedir.
Filistin’in İsrail’e bırakılması durumunda, Filistin halkının yaşam koşulları ve hakları konusunda endişeler bulunmaktadır. Birçok insan, bu durumun barışı sağlamayacağını ve bölgedeki gerginliği artıracağını düşünmektedir. Diğer yandan, bazıları Filistin’in İsrail’e bırakılmasının bölgede uzun vadeli bir çözüm olabileceğine inanmaktadır.
- Filistin’in İsrail’e bırakılması durumunda sınırlar nasıl belirlenecektir?
- Filistin halkının güvenliği nasıl sağlanacaktır?
- İki devletli çözüm mü, yoksa tek devletli bir çözüm mü daha uygun olacaktır?
İsrail ve Filistin arasındaki bu karmaşık sorunun çözümü için uluslararası toplumun desteği ve arabuluculuk çabaları önemlidir. Ancak, taraflar arasındaki derin köklü anlaşmazlıkların çözümü zor olacaktır ve bu sürecin uzun zaman alabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Bu konu Filistin’i İngilizlere kim teslim etti? hakkındaydı, daha fazla bilgiye ulaşmak için Osmanlı Filistin’de Kaç Yıl Hüküm Sürdü? sayfasını ziyaret edebilirsiniz.